Yeni Bir Yaklaşım: Dışavurumcu Sanatla Koçluk
- Esme Altuncevahir

- Jun 29
- 4 min read
Bu yazı https://coachmagazine.net/ dergisinde yayınlanmıştır.
“Sanat her şeyi açığa çıkarır. Bizi aydınlatır. Çevremizde oyalanan karanlığımıza ışık tutar. Kendi
karanlığımızın kalbine bir hüzme gönderir ve ‘Bak, gördün mü?’ der. Sanat dolapları açar, kilerleri ve
tavan aralarını havalandırır.” Meisner (Barışık, A. (2023). Mesiner Tekniği ve Oyunculuk Sanatı 1.
Kitap. Nobel Yayıncılık.)
Sanat, insanlığın başlangıcından bu yana bir ifade aracı olmuş ve insan ruhunun derinliklerine
ulaşmayı sağlamıştır. Tarih boyunca ritüellerde, inançlarda ve toplulukların kolektif yaşamında
önemli bir rol oynayan sanat, bugün de bireysel dönüşüm çalışmalarının vazgeçilmez bir parçasıdır.
Dışavurumcu sanat, bu süreçlerin en yaratıcı ve güçlü araçlarından biri olarak koçluk dünyasına da
etkileyici bir katkı sunar. Bu yazıda, dışavurumcu sanatla koçluğun bireysel potansiyelin keşfi ve
ifade edilmesindeki etkisini keşfedeceğiz.
Psikoloji, felsefe ve sanat kuramlarının sağladığı zengin birikim, dışavurumcu sanatla ifade ve sanat
terapisinin temelini oluşturur. Geştalt kuramı, sembolizm, dışavurumcu sanat gibi 19. ve 20. yüzyıl
modern sanat akımları, Antik Yunan felsefesi ve psikolojiden beslenen bu düşünsel zemin, sanatı
yalnızca bir estetik deneyim olmaktan çıkarır. Sanat terapisi veya dışavurumcu sanatla terapi, bu
zengin birikimi kullanarak sanatı, insan ruhunun derinliklerini keşfetmeye ve iyileştirmeye yönelik
güçlü bir araç haline getirir.
Sanat kelimesinin kökeni Antik Yunan’daki “techne” kavramına dayanır. Bu kavram, sadece bir eser
yaratmayı değil, aynı zamanda yaratıcı sürece anlam katmayı ve ona biçim kazandırmayı ifade eder.
Sanatla ilgili temel kavramlardan biri olan mimesis, bireyin doğayı ve gerçekliği taklit ederek kendi
perspektifinden yansıtmasını ifade ederken; poiesis, gizli olanı açığa çıkarma ve yaratıcı bir süreçle
varlığa getirme eylemini açıklar. Sanat, bu iki temel unsur sayesinde hem bireyin iç dünyasını
keşfetmesine hem de kendi gerçekliğini yaratmasına olanak tanır.
Koçluk sürecindeki ilham verici ve düşünce doğuran ortam, sanatın sağaltıcı etkisiyle birleştiğinde,
kişi yalnızca kişisel ve profesyonel hedeflerine ulaşmakla kalmaz, aynı zamanda kendi iç dünyasını
keşfederek bütünsel bir dönüşüm yaşar. Bu yaratıcı işbirliği, bireyin potansiyelini hem anlamlı hem
de özgün bir şekilde ortaya çıkarmasını sağlar.
Sanat, tarih boyunca hem bireysel hem de toplumsal ifadenin yaratıcı bir unsuru olmuştur. Erken
neolitik dönemin devrim yaratan arkeolojik kalıntısı ve tapınağı Göbeklitepe’nin taş heykelleri,
hayvan, kozmoloji, mitolojik sembol ve tasvirleri, insanın yaratıcı ifade çabalarının ilk
örneklerindendir. Aynı şekilde, Fransa’daki Lascaux ve İspanya’daki Altamira mağaralarındaki
resimler, bireyin doğayla bağını ve kolektif kültürünü yansıtan güçlü bir iletişim biçimi olarak
karşımıza çıkar. Sanatın ritüellerde, inançlarda ve topluluk yaşamında oynadığı bu rol, onun yalnızca
estetik bir araç değil, aynı zamanda bir ifade ve şifa kaynağı olduğunu da gösterir.
Antik Yunan’da Dionysos şenliklerindeki doğaçlama tiyatro gösterilerinin sağaltım etkisi (Katarsis) ve
Asklepion’da müzikle terapi uygulamaları, sanatın iyileştirici gücüne olan inancın erken örnekleridir.
Osmanlı döneminde Edirne 2. Bayezid Külliyesi Darüşşifası'nda su, koku ve müzikle tedavi
yöntemleri de sanatın ruhsal dönüşüme nasıl katkı sunduğunu kanıtlar. Bugün bu tarihsel birikim,
dışavurumcu sanatla terapi ve koçluk süreçlerine ve uygulamalarına ışık tutar.
Psikoloji alanında ise, sanatın bireysel dönüşümdeki derin etkisini anlamak için Carl Jung’un
çalışmalarına bakmak kaçınılmazdır. Jung, bilinçdışındaki sembolleri ve rüyaları keşfetmenin bireyin
ruhsal sağlığını anlamada ne kadar önemli bir rol oynadığını vurgulamıştır. O, hastalarına
duygularını ve rüyalarını çizimlerle ifade etmelerini önererek, sanatın bilinçdışını yüzeye çıkarma
gücünü keşfetmiştir. Bu yaklaşımı, sadece psikoloji alanında değil, sanattan sinemaya kadar pek çok
disipline ilham olmuştur.
Jung’un bilinç, bilinçdışı ve ruh kavramları üzerine yaptığı derinlemesine çalışmalar, sanat terapisi
alanına da önemli bir temel oluşturmuştur. 20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle Zürih Okulu, sembolist
ve dışavurumcu sanat çevreleriyle yoğun temas halinde olan Jung, bu dönemde sanatın bireysel
dönüşüm üzerindeki etkisini araştırmıştır. Bazı dışavurumcu sanatçılar, eserlerini Jung’a
yorumlatmış ve onun rehberliğiyle sanatın içsel dünyayı anlamada bir araç olarak nasıl
kullanılabileceğini keşfetmişlerdir. Jung’un uzun zaman sonra derlenip yayımlanan “Kırmızı Kitap”ta
toplanan bireysel ve deneysel çalışmaları büyük öneme sahiptir.
Sanat terapisi, Jung’un bu yaklaşımından esinlenerek bireyin duygusal blokajlarını çözmesine, içsel
çatışmalarını anlamlandırmasına ve ruhsal bütünlüğüne ulaşmasına rehberlik eder. Bu süreç,
bireyin sadece kendi içsel dünyasıyla değil, aynı zamanda yaratıcı potansiyeliyle de güçlü bir bağ
kurmasını sağlar.
Dışavurumcu sanat, bireyin duygu ve düşüncelerini özgün ve yaratıcı bir şekilde ifade etmesine
olanak tanır. Kelimelerle ifade edilemeyen duygular, resim, müzik, dans, doğaçlama tiyatro ve
drama gibi intermodal dışavurumcu sanat teknikleriyle ve sanatın malzemesiyle ifade edilir. Bu
süreç, bireyin içsel dünyasını daha derinlemesine anlamasına ve duygusal ifadelerini serbest
bırakmasına yardımcı olur. Aynı zamanda, bireyin ruhsal iyilik halini destekleyen ve kendine doğru
atılan anlamlı bir adımı teşvik eden bir dönüşüm sağlar.
Koçluk süreçlerinde dışavurumcu sanatın kullanılması, bireyin potansiyelini keşfetmesinde ve ifade
etmesinde yeni kapılar aralar. Sanatın sağaltıcı etkisi, koçluğun rehberlik edici yapısıyla birleştiğinde
bireyin yalnızca hedeflerine ulaşmasına değil, aynı zamanda kendi iç dünyasını keşfederek bütünsel
bir dönüşüm yaşamasına olanak tanır.
Örneğin, bir koçluk seansında bireyin resim yapması, bilinçdışındaki mesajları görselleştirmesine ve
konularını farklı bir açıdan değerlendirmesine ve ifade etmesine yardımcı olabilir. Bu yaratıcı
işbirliği, sanatın sunduğu özgür ifade alanı, bireyi düşüncelerini ve duygularını özgün bir şekilde dışa
vurmaya teşvik eder. Bu süreçte birey, hem deneyimlerini anlamlandırır hem de geleceğe yönelik
adımlarını daha net bir şekilde planlar.
Dışavurumcu sanat tekniklerini kullanan bir koçun, bu alanda belirli bir eğitim almış olması
önemlidir. ICF (Uluslararası Koçluk Federasyonu) ACTP sertifikasına sahip bir koçun, sanat veya
terapi alanında da bilgi, deneyim ve yetkinlik kazanması, bu sürecin daha etkili olmasını sağlar.
Türkiye’de sanat terapisi üzerine yüksek lisans programları olmasa da çeşitli dernekler ve enstitüler
uzun dönemli eğitimlerle bu alanı desteklemektedir.
Dışavurumcu sanatla koçluk, bireyin kendisini keşfetmesine, ifade etmesine ve potansiyelini hayata
geçirmesine olanak tanır. Meisner’in de dediği gibi, sanat karanlıklarımızı aydınlatır,
bilinçdışımızdaki dolapları açar ve bizi kendimize yansıtır. Dışavurumcu sanat, koçluk süreçlerine
etkili dinleme, yansıtma, güçlü sorularıyla birlikte güçlü bir yaratıcı araç olarak entegre edildiğinde,
bireylerin yaşamlarında anlamlı bir değişim için farklı bir yaklaşım sunar.
Koçluk ve sanatın bu yaratıcı birleşimi, bireyin üç hazinesi olarak tanımlanan ruh, beden ve zihin
sağlığına katkı sağlayarak onun bütünsel bir dönüşüm yaşamasına rehberlik eder.
Sanatın ve koçluğun rehberliğinde takrar görüşmek dileğiyle...
Esme Altuncevahir
MYK Belgeli Koç, Yaratıcı Drama Eğitmeni, Dışavurumcu Sanatlar Koçu



Comments