top of page

Yeni Bir Yaklaşım: Dışavurumcu Sanatla Koçluk


Bu yazı https://coachmagazine.net/ dergisinde yayınlanmıştır.


“Sanat her şeyi açığa çıkarır. Bizi aydınlatır. Çevremizde oyalanan karanlığımıza ışık tutar. Kendi

karanlığımızın kalbine bir hüzme gönderir ve ‘Bak, gördün mü?’ der. Sanat dolapları açar, kilerleri ve

tavan aralarını havalandırır.” Meisner (Barışık, A. (2023). Mesiner Tekniği ve Oyunculuk Sanatı 1.

Kitap. Nobel Yayıncılık.)



Sanat, insanlığın başlangıcından bu yana bir ifade aracı olmuş ve insan ruhunun derinliklerine

ulaşmayı sağlamıştır. Tarih boyunca ritüellerde, inançlarda ve toplulukların kolektif yaşamında

önemli bir rol oynayan sanat, bugün de bireysel dönüşüm çalışmalarının vazgeçilmez bir parçasıdır.

Dışavurumcu sanat, bu süreçlerin en yaratıcı ve güçlü araçlarından biri olarak koçluk dünyasına da

etkileyici bir katkı sunar. Bu yazıda, dışavurumcu sanatla koçluğun bireysel potansiyelin keşfi ve

ifade edilmesindeki etkisini keşfedeceğiz.


Psikoloji, felsefe ve sanat kuramlarının sağladığı zengin birikim, dışavurumcu sanatla ifade ve sanat

terapisinin temelini oluşturur. Geştalt kuramı, sembolizm, dışavurumcu sanat gibi 19. ve 20. yüzyıl

modern sanat akımları, Antik Yunan felsefesi ve psikolojiden beslenen bu düşünsel zemin, sanatı

yalnızca bir estetik deneyim olmaktan çıkarır. Sanat terapisi veya dışavurumcu sanatla terapi, bu

zengin birikimi kullanarak sanatı, insan ruhunun derinliklerini keşfetmeye ve iyileştirmeye yönelik

güçlü bir araç haline getirir.


Sanat kelimesinin kökeni Antik Yunan’daki “techne” kavramına dayanır. Bu kavram, sadece bir eser

yaratmayı değil, aynı zamanda yaratıcı sürece anlam katmayı ve ona biçim kazandırmayı ifade eder.

Sanatla ilgili temel kavramlardan biri olan mimesis, bireyin doğayı ve gerçekliği taklit ederek kendi

perspektifinden yansıtmasını ifade ederken; poiesis, gizli olanı açığa çıkarma ve yaratıcı bir süreçle

varlığa getirme eylemini açıklar. Sanat, bu iki temel unsur sayesinde hem bireyin iç dünyasını

keşfetmesine hem de kendi gerçekliğini yaratmasına olanak tanır.

Koçluk sürecindeki ilham verici ve düşünce doğuran ortam, sanatın sağaltıcı etkisiyle birleştiğinde,

kişi yalnızca kişisel ve profesyonel hedeflerine ulaşmakla kalmaz, aynı zamanda kendi iç dünyasını

keşfederek bütünsel bir dönüşüm yaşar. Bu yaratıcı işbirliği, bireyin potansiyelini hem anlamlı hem

de özgün bir şekilde ortaya çıkarmasını sağlar.

Sanat, tarih boyunca hem bireysel hem de toplumsal ifadenin yaratıcı bir unsuru olmuştur. Erken

neolitik dönemin devrim yaratan arkeolojik kalıntısı ve tapınağı Göbeklitepe’nin taş heykelleri,

hayvan, kozmoloji, mitolojik sembol ve tasvirleri, insanın yaratıcı ifade çabalarının ilk

örneklerindendir. Aynı şekilde, Fransa’daki Lascaux ve İspanya’daki Altamira mağaralarındaki

resimler, bireyin doğayla bağını ve kolektif kültürünü yansıtan güçlü bir iletişim biçimi olarak


karşımıza çıkar. Sanatın ritüellerde, inançlarda ve topluluk yaşamında oynadığı bu rol, onun yalnızca

estetik bir araç değil, aynı zamanda bir ifade ve şifa kaynağı olduğunu da gösterir.

Antik Yunan’da Dionysos şenliklerindeki doğaçlama tiyatro gösterilerinin sağaltım etkisi (Katarsis) ve

Asklepion’da müzikle terapi uygulamaları, sanatın iyileştirici gücüne olan inancın erken örnekleridir.

Osmanlı döneminde Edirne 2. Bayezid Külliyesi Darüşşifası'nda su, koku ve müzikle tedavi

yöntemleri de sanatın ruhsal dönüşüme nasıl katkı sunduğunu kanıtlar. Bugün bu tarihsel birikim,

dışavurumcu sanatla terapi ve koçluk süreçlerine ve uygulamalarına ışık tutar.

Psikoloji alanında ise, sanatın bireysel dönüşümdeki derin etkisini anlamak için Carl Jung’un

çalışmalarına bakmak kaçınılmazdır. Jung, bilinçdışındaki sembolleri ve rüyaları keşfetmenin bireyin

ruhsal sağlığını anlamada ne kadar önemli bir rol oynadığını vurgulamıştır. O, hastalarına

duygularını ve rüyalarını çizimlerle ifade etmelerini önererek, sanatın bilinçdışını yüzeye çıkarma

gücünü keşfetmiştir. Bu yaklaşımı, sadece psikoloji alanında değil, sanattan sinemaya kadar pek çok

disipline ilham olmuştur.

Jung’un bilinç, bilinçdışı ve ruh kavramları üzerine yaptığı derinlemesine çalışmalar, sanat terapisi

alanına da önemli bir temel oluşturmuştur. 20. yüzyılın ilk yarısında, özellikle Zürih Okulu, sembolist

ve dışavurumcu sanat çevreleriyle yoğun temas halinde olan Jung, bu dönemde sanatın bireysel

dönüşüm üzerindeki etkisini araştırmıştır. Bazı dışavurumcu sanatçılar, eserlerini Jung’a

yorumlatmış ve onun rehberliğiyle sanatın içsel dünyayı anlamada bir araç olarak nasıl

kullanılabileceğini keşfetmişlerdir. Jung’un uzun zaman sonra derlenip yayımlanan “Kırmızı Kitap”ta

toplanan bireysel ve deneysel çalışmaları büyük öneme sahiptir.

Sanat terapisi, Jung’un bu yaklaşımından esinlenerek bireyin duygusal blokajlarını çözmesine, içsel

çatışmalarını anlamlandırmasına ve ruhsal bütünlüğüne ulaşmasına rehberlik eder. Bu süreç,

bireyin sadece kendi içsel dünyasıyla değil, aynı zamanda yaratıcı potansiyeliyle de güçlü bir bağ

kurmasını sağlar.

Dışavurumcu sanat, bireyin duygu ve düşüncelerini özgün ve yaratıcı bir şekilde ifade etmesine

olanak tanır. Kelimelerle ifade edilemeyen duygular, resim, müzik, dans, doğaçlama tiyatro ve

drama gibi intermodal dışavurumcu sanat teknikleriyle ve sanatın malzemesiyle ifade edilir. Bu

süreç, bireyin içsel dünyasını daha derinlemesine anlamasına ve duygusal ifadelerini serbest

bırakmasına yardımcı olur. Aynı zamanda, bireyin ruhsal iyilik halini destekleyen ve kendine doğru

atılan anlamlı bir adımı teşvik eden bir dönüşüm sağlar.

Koçluk süreçlerinde dışavurumcu sanatın kullanılması, bireyin potansiyelini keşfetmesinde ve ifade

etmesinde yeni kapılar aralar. Sanatın sağaltıcı etkisi, koçluğun rehberlik edici yapısıyla birleştiğinde

bireyin yalnızca hedeflerine ulaşmasına değil, aynı zamanda kendi iç dünyasını keşfederek bütünsel

bir dönüşüm yaşamasına olanak tanır.

Örneğin, bir koçluk seansında bireyin resim yapması, bilinçdışındaki mesajları görselleştirmesine ve

konularını farklı bir açıdan değerlendirmesine ve ifade etmesine yardımcı olabilir. Bu yaratıcı


işbirliği, sanatın sunduğu özgür ifade alanı, bireyi düşüncelerini ve duygularını özgün bir şekilde dışa

vurmaya teşvik eder. Bu süreçte birey, hem deneyimlerini anlamlandırır hem de geleceğe yönelik

adımlarını daha net bir şekilde planlar.


Dışavurumcu sanat tekniklerini kullanan bir koçun, bu alanda belirli bir eğitim almış olması

önemlidir. ICF (Uluslararası Koçluk Federasyonu) ACTP sertifikasına sahip bir koçun, sanat veya

terapi alanında da bilgi, deneyim ve yetkinlik kazanması, bu sürecin daha etkili olmasını sağlar.

Türkiye’de sanat terapisi üzerine yüksek lisans programları olmasa da çeşitli dernekler ve enstitüler

uzun dönemli eğitimlerle bu alanı desteklemektedir.

Dışavurumcu sanatla koçluk, bireyin kendisini keşfetmesine, ifade etmesine ve potansiyelini hayata

geçirmesine olanak tanır. Meisner’in de dediği gibi, sanat karanlıklarımızı aydınlatır,

bilinçdışımızdaki dolapları açar ve bizi kendimize yansıtır. Dışavurumcu sanat, koçluk süreçlerine

etkili dinleme, yansıtma, güçlü sorularıyla birlikte güçlü bir yaratıcı araç olarak entegre edildiğinde,

bireylerin yaşamlarında anlamlı bir değişim için farklı bir yaklaşım sunar.

Koçluk ve sanatın bu yaratıcı birleşimi, bireyin üç hazinesi olarak tanımlanan ruh, beden ve zihin

sağlığına katkı sağlayarak onun bütünsel bir dönüşüm yaşamasına rehberlik eder.


Sanatın ve koçluğun rehberliğinde takrar görüşmek dileğiyle...


Esme Altuncevahir

MYK Belgeli Koç, Yaratıcı Drama Eğitmeni, Dışavurumcu Sanatlar Koçu

Comments


© Esmeden 2024 - Design Theme by Sydney Oliver

bottom of page